1 Mart 2006 Çarşamba

EŞEKLİ KÜTÜPHANECİ

Tevfik İhtiyar, 1 Mart’taki sergisini Serpil Kapar Kılıç’a ayırmıştı. Serpil, “olasılık+gereklilik” ikilisinin epey gözettiği bir insan: Almanya’da doğmuş; herkes gibi burada doğup oraya gitseydi, yolu bu kadar açık kalamazdı. Türkiye’nin en nitelikli okullarından birinde, Gazi Eğitim’de okuma talihine ermiş. Ardından aynı sağlamlıktaki başka bir okula, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne geçmiş; kuramsal-kılgısal resim eğitimini tamamlamış; şimdi bir üst basamak için emek veriyormuş.
Daha sonra, birçok ressam gibi Ankara, İstanbul ya da İzmir’de değil, Çanakkale’de yaşatmış onu sözünü ettiğim ikili; bu da, hem kendisinin, hem resminin ayağının yerde kalmasını sağlamış. Resimlerinden birinin adı “Köpüklendi düşüm”; Serpil’in düşleri gerçekten köpük köpük, hem de en günlük, en somut nesnelerle bezenmiş olarak.
Alçakgönüllü öğretmenliğini sürdürdükçe, yurdumuzu kurtarmış olanların anıları üzerinde ayağını yere sağlam bastıkça, bize daha çok şiirsel düş hazırlar.
Genel olarak dünya, özellikle de yurdumuz çok amansız bir saldırı altında; bağımsız kalıp kalamayacağımız, dolayısıyla sanat gibi ancak o zaman yürütülebilen etkinlikleri yaşatıp yaşatamayacağımız, Birinci Kurtuluş Savaşı’ndakinden daha büyük, belirsiz sorular hâlinde karşımızda duruyor.
Sanal fildişi kulelerinden çıkıp bu savaşıma katılmayı becerebilecek olanlar için birkaç kitabım var. İlki, Mustafa Yıldırım’ın: 58 Gün:Mustafa Kemâl ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına.”
Şöyle demiş Mustafa Yıldırım bir şiirinde:

eski zaman şeyhlerinin
sona ermesin diye saltanatları
ve kurulacak diye petrol ziftine bulanmış demokrasi
ölmemeli
buradakiler ve oradakiler…

Kitabı Ulus Dağı Yayınları basmış; arka kapağında da şu satırlar var: “Hanedanın İstanbul’dan Limni Adası’na, oradan Çanakkale kıyılarına uzanan teslimiyetine karşı ıssız ovalarda, İskenderun limanında ve Toroslarda yakılan isyan ateşi…Gerçeklerin içinden süzülüp gelmiş 58 gün içinde binlerce yıllık serüven; acısız sevdalar ve sonsuz barış için karanlığı yakmaya çağıran sarsıcı, sorgulayıcı, sürükleyici, şiirsel, alanında ilk bir belge roman.”
Nicedir dillerde dolaşan “Sivil Örümceğin Ağında”yı okumuşsanız, güvenle alıp okuyacağınız değerli bir kaynak.
İkinci kitaptan da Cumhuriyet yazarları uzunca söz ettiler: Ece Temelkuran’ın “Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita”sı. Ece genç bir gazeteci; ama belli ki uyanık, temiz ülkülü: yurdumuzda yaşananlara, bize yaşatılanlara katlanamadığı için kalkıp umudun yeşerdiği ülkelere, Chavez’in Venezüella’sına uçmuş; gördüklerini, derlediklerini içten, coşkulu bir dille anlatmış.
1995’te yitirdiğimiz Fransız düşünür-bilimadamı Henri Laborit gibi, “uygarlığın yeniden tanımlanması”, çarçurcu anamalcı düzensizliğin yerine canlısıyla cansızıyla dünyamızı gözetecek yeni, gerçekten barışçı bir düzenin getirilmesini isteyenlere, en umutsuz anlarında umut aşılayacak bir kitap.



Sonraki yapıtımız, Erol Bilbilik’in “Dış İlişkiler Konseyi””; Umay yayınları basmış. Erol Bilbilik, çok önemli bir konuda, ulusal güvenlik ve haberalma konusunda uzman; Kaynak Yayınları’nda da bu alanda değerli incelemeleri var.
Burada, ABD’deki üç temel kurumun, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon ve Bilderberg Grubu’nun hani şu bütün dünyaya küreselleşme, sınırları kaldırma diye yutturulan buyuruculuğunun asker+siyasetçi+işadamı işbirliğiyle nasıl örgütlenip yürütüldüğünü anlatıyor. Sivil örümceğin Ağında gibi, canının kurtarmak, bağımsız kalmak, daha doğrusu yaşamak isteyen her Anadolu insanın okuması, üzerinde ince ince düşünmesi; sonra Mustafa Kemâl ve ülküdaşları gibi, bu saldırı karşısında alınacak önlemleri düşünüp yürürlüğe koymasını sağlayabilecek bir kaynak.
Sonuncu kitabımızsa bu topraklarda yaşamış bir masal adamını, eşeğinin sırtına yüklediği iki sandıkla köy köy dolaşıp kitap dağıtan Mustafa Güzelgöz’ü anlatıyor: Eşekle Gelen Aydınlık.
Mustafa Güzelgöz 1921 Ürgüp doğumlu; yalnız orta öğrenim görebilmiş; ama ayaktopunda becerikliymiş; bu sporu seven Ürgüp Kamakamı Fahri Çıvgın, orada kalıp gençleri çalıştırsın diye, Mustafa’yı 1 Temmuz 1947’de kitaplığa görevli atar.
Göreve başladığında, kitaplığın bodrumunda çürümeye bırakılmış 2300 eski harfli yazma basma yapıt vardır; onları güneşte kurutup kurtarır okurlara sunar.
Eşekle kitap dağıtma düşüncesi, köyün birinde yaşadığı olayla doğar: bir tören sırasında öbür kamu görevlilerine koşup iskemle getiren köylüler onu ayakta dikilmesine hiç aldırmaz. Mustafa önce üzülür, sonra nedeni düşünür: öbür kamu görevlilerinin halka bir yararı, dolayısıyla bir yetkisi vardır. Bir kitaplık görevlisinin yararı ne?
Derken Demokrat Parti işbaşına gelir, Köy Enstitülerini de, Halk Evlerini de kapatır; Ürgüp’te çarçur olacak halkevi kitaplarına Mustafa sahip çıkar. O arada çıkarılmış bir yasanın kapatılan bu ekin yuvalarının mallarını ve kitaplarına sahip çıkabilmelerine izin verdiğini öğrenir, Ürgüp’te ilk köy kitaplığını kurar. Ardından “Kitaplık Kurma ve Geliştirme Derneği.” Arada binbir yazıp çizme işlemi, sayısız engel. Bakıyor ki kitaplık açılamıyor, içi düzülemiyor, başka bir yol geliyor usuna: İnsan kitaba gelemediğine göre, kitap insanın ayağına gitmeli.
Ayda 200 liraya çalışacak bu köy kitapçılarının birer de eşek edinmelerini koşul olarak öne sürüp kabul ettirir; gelen adaylar arasından Bekir Koca, Karlık, Yeşilöz ve Ağaçören köylerini dolaşacaktır. Yöntem: kentlerdeki gibi okura ödünç kitap verme.
Bundan ötesini anlatmayayım, kitabı alıp okuyun.
Aydın İleri ile Tayfun Talipoğlu, bu masal kahramanını anmak üzere hazırlamışlar Eşekle Gelen Aydınlık’ı. Başta Talipoğlu’nun Güzelgöz’le yaptığı uzun bir söyleşi var; sonra, sevgili Fakir Baykurt’un ölmeden yazdığı son romanın, Eşekli Kütüphaneci’nin yayınlanmasından sonra çıkan yazılar.
Tıpkı Kurtuluş Savaşımız’daki gibi, en umutsuz, olumsuz koşullarda güzelim Çılgın Türkler’in neler yaptıklarını, neler yapabildiklerini, yapabileceklerini anımsamak istiyorsunuz bu iki yapıtı da edinin.




Rh+, s 29, Mart 2006