1 Ocak 2006 Pazar

Fidel’in Sağlık Melekleri

Pakistan’ı yerle bir eden sarsıntıdan sonra haberlerde kulağınıza çalındı mı bilmem? Fidel Castro, hemen 400 hekimi, bütün yardımcılar, donanımlarla birlikte oraya uçurmuş; üstelik gönderdiği insanların besinlerini de yanlarına vererek: belli ki o yoksul çileli ülkeyi bir de bu açıdan zora sokmak istememiş.
Aynı yardım önerisini, Katrina Kasırgası’ndan sonra, üstelik tam 1000 hekimle ABD’ye yapmış; ama burnu büyük soyguncular, rezillikleri iyice açığa çıkmasın diye besbelli, bunu geri çevirmişler; dolayısıyla New Orleans’lı kara derili kardeşlerimiz kim bilir nasıl çırpındılar çözümsüzlükler içinde!
Bu olay aslında, dünyanın gelip dayandığı çıkmazı açık seçik gösteriyor: yeniden bütün canlı cansız varlıklarıyla güzelim mavi gezegene mi, yoksa şu tanıma sığmaz para=erk çılgınlığına mı öncelik vereceğiz?
İnsanlığın temel hastalığı anamalcı düzensizliktir; bin türlü yalanla onu hepimize dayatanları alaşağı edemezsek, en küçük bir umut yok.
Orhan Yayla, Küba’da değil, burada doğup yetişmiş bir hekim,bir Karadeniz uşağı; hekimliğini yürütürken fotoğrafa da sevdalanmış. Yöresinin kadınlarını kızlarını, çocuklarını yaşlılarını, ineklerini keçilerini çiçeklerini görüntülemiş; bunları Fotoğraf Merkezi’nde, “Sıcak Işık” adıyla sergiledi. Bayıldım.
Can dostlarımdan Filiz Başaran Apel Galerisi’nde resimleriyle seramiklerini “Masumiyet” adı altında sergiledi.
Fatma Ekeman bu yıl ilk sergisini ancak Kasım’da açabildi; Nevin İşlek ile Mehlika Baş’ın camaltı resimleri bezedi Oda’nın duvarlarını.
Biliyorsunuz, yaşama ve sanata iki yaklaşım var: doğal içten olanı, öğretilmiş olanı. Nevin’le Mehlika’nın yaklaşımları doğal, temiz, coşkulu; bu yapıtlara da yansıyor: bakarken, hepimize yaşatılan olayların etkisiyle kararmış içiniz ışıyor, çocukluğumuzun masal dünyasına geçiyorsunuz. Umarım gidip kendinize bu hazzı tattırmışsınızdır.
Tevfik İhtiyar, ikinci sergisini sevgili Leyla Gamsız’a ayırdı; Türk resim sanatının bu soylu, onurlu, kişilikli yorumcusunun, üstelik en yakınının eliyle başın getirilenlerden sonra, böyle başlangıcından çalıştığı son güne dek bütün evrelerini özetleyen bir sergiyle kucaklanması, dünyamızın insana yakışır bir dünya kalabilmesi için atılması gereken adımlardan biriydi. Tevfik’i yürekten kutluyorum.
Sanat dünyasında başka bir sevindirici haber Kızıltoprak Sanat Galerisi’nden geldi, sevgili Gülay Atasoy, eşiyle el ele can cana 10 yıl önce açmışlardı o özenli galeriyi. Kimi zaman gidebildim, çoğu kez varamadım sergilerine; ancak çağrılar sürekli geldi. Tanıdığım bütün nitelikli yorumculara kucak açtılar.
10.Yıl’ı kutlamak üzere, üç toplu sergi düzenlemişler; ilkini Kaısm’da açtılar: sevgili Gülay Atasoy, eşiyle el ele can cana 10 yıl önce açmışlardı o özenli galeriyi. Kimi zaman gidebildim, çoğu kez varamadım sergilerine; ancak çağrılar sürekli geldi. Tanıdığım bütün nitelikli yorumculara kucak açtılar.
10.Yıl’ı kutlamak üzere, üç toplu sergi düzenlemişler; ilkini Kaısm’da açtılar: birinci desteye Naile Akıncı, Beril Anılanmert, Ferruh Başağa, Hüseyin Bilişik, Nevin Çokay, Hamiye Çolakoğlu, Turan Erol, Leyla Gamsız, Mahir Güven, Muhsin Kut, Mehmet Pesen girmiş; Ocak ve Şubat’ta öbürleri gelecek.
Yürekten alkış!
Can dostlarımdan Mahiye Morgül önce iletiyle duyurdu, sonra kitabını alıp yolladı: Nev Galerisi, Ankara’da, Abidin Dino’nun “Gerilla Desenleri”ni sergilemiş. Dino’nun 1941’de çizdiği resimler, doğal olarak, o günlerin kavgasını. Özlemlerini yansıtıyor. Kitabın başına Rasih Nuri İleri’nin çok önemli dönemsel, tarihsel, sanatsal bilgiler içeren yazısı konmuş. Mahiye’ciğim, sergiyi göremedin, bari kitaba bak, demiş. Sağolsun. Sevil’le çok beğendik; aynı zamanda kederlendik: dünyamızı nereden nereye getirdi bu anamalcılık!
Umarım Ankara’lılar gidip görmüşlerdir bu sıradışı sergiyi.
Kaynak Yayınları bir dizi kitap basmış; Aslan Başer Kafaoğlu ile Yıldız Sertel’in ortaklaşa yazdıkları. “ABD ve Serbest Piyasa Masalı”; Muazzez İlmiye Çığ “Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği”; Selami Kılıç “II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türk Devrimi ve Fikir Temelleri”; Muazzez İlmiye Çığ “Vatandaşlık Tepkilerim”; Hasan Yalçın “ “Neoliberal ‘Sol’”; İlhan Arsel “Şeriat,İnsan ve Akıl”, “Cahiliyye” ve “İslama Göre Dinler”, B. Sadık Albayrak “Noterler ve Edebiyat”.
Yapı Kredi, Cemal Tollu’yu andı bütün yaşamını özetleyen bir sergiyle; ve her zamanki gibi güzel bir de kitabını bastı. Gerek sergiyi gezerken, gerek kitabı incelerken, şu gözlem canımı acı acı yaktı: yetenekli Türk çocuklarından resmim sanatını seçenler, o kaçınılmaz tuzağa düşmüş, Batı’nın, Avrupa’nın düşünsel-kuramsal damgasını yemiş, kendi kişiliklerini geliştirip özgün yorumcular olamamışlar. Bu Cemal Tollu için de geçerli; sana ne Batı’nın küplü anlatımından? İnsan, mağarada yaşadığı günden beri resim yapıyor; doğadan ya da kendi içindeki doğadan esinlenerek. Bunu korkmadan, kimseye öykünmeden yapsana! Resim tarihimizde bunu yapabilmiş çok az insan var; elbet pırıl pırıl parlıyorlar bütün o öykünmecilerin arasında .
Doku’da Alp Bartu ile Murat Tolga’nın resimleri; Artisan’da, Nilhan Sesalan’ın yontuları “Polen Çağı” adıyla sergilendi.
Mike Leigh’in Venedik Film Şenliği’nde Altın Aslan bağışlanan filmi Vera Drake’e gittik; hani şu “Aydınlanmış Batı” ve onun sözümona halkerkine herkesten önce geçmiş İngiltere’si, 1861’de bilmem hangi kralının çıkardığı, 1950’lerde de kararlılıkla, seve seve uygulanan bir yasa uyarınca, ırzına geçildiği ya da korunma yollar öğretilmediği için gebe kakalan kızları kadınları istemedikleri, canlarına okuyacak çocukları düşürten Vera’yı anlı şanlı yargıçlara yargılatıyor, sonra herkese ders (gözdağı) olsun diye, bu iş için beş kuruş almadığını göz önünde bulundurarak, en düşük cezaya çarptırıyor, 2 yıl hapse tıkıyor.
Ee, gerek yakınlarda Cennet’e giden, gerek yerine gelen Nazi eskisi yeni Papa, hâlâ açıkça gebeliği önleyen ilâçların içilmesini, istenmeyen çocukların, örneğin Küba’daki gibi en güvenli, en sağlıklı koşullarda alınmasını kınamıyor, yasaklamıyor mu? Aktöre adına sürdürülen bu aşağılık oyunun aslında dünyaya ucuz emekçi ve silah üretimcilerini besleyecek gönüllü şehitler yetiştirmek üzere uydurulup sürdürüldüğünü yeterli sayıda insan göremedikçe, hiç umut yok.
Üstelik bu da alabildiğine zor, çünkü bütün televizyonlar, radyolar, iletişim ağları, gazeteler kitaplar Papaların, Hahamların, İmamların, daha doğrusu hepsinin efendisi olan para ve silah babalarının masallarını yayıyor 24 saat.
İş Bankası, Emine Çaykara’nın hazırladığı “Tarihçilerin Kutbu:Halil İnalcık Kitabı”nı basmıştı Ekim’de; kısa sürede 3. basımını yaptı. Sağolsun, Levent Cinemre bana da verdi. Karıştırırken, Sayın İnalcık’ın İngiltere’nin Hindistan’da pamuklu dokuma işleyimini nasıl çökertip yerine kendi kumaşlarını sattırdığını anlatan sayfayı okudum; az sonra, çalışmalarından dolayı bilmem hangi Krallık Akademisi’nin onu onursal üyeliğe seçtiğini anlatıyordu. Bunun üzerine Emine:
- Bakın orada bilime, bilimadamına nasıl değer veriyorlar, diyor.
Sayın İnalcık da doğruluyor, bizdeki kıskançlıklardan falan söz ediyor. Halil Bey 1916 doğumlu; bir bakıma bütün 20. yüzyılı yaşamış boydan boya; Cumhuriyet öncesini çok iyi anımsayamasa bile, tarihçi olarak yaşananları, yaşatılanları sonra hem yaşadı, hem ayrıntısıyla okumuş olmalı. Dolayısıyla Batı buyuruculuğunun (emperyalizminin) ne olduğunu biliyordur; o zaman, bizdeki bilim ve bilimadamı saygısızlığının nereden geldiğini, kimlerin eliyle ve paralarıyla sürdürüldüğünü görmezden gelmemesi, unutmaması gerekirdi.
Bugün bütün yetenekli çocuklarımızı, tıpkı bütün gri bıraktırdığı ülke çocukları gibi, şu gözü dönmüş, doymaz, çıldırmış Batı kapmıyor mu? Ödüllere, paraya boğmuyor mu? (Üstelik o verilen de bu yoksulluğa çaktıkları ülkelerden yürüttükleri milyarlarca doların kırıntılarıyla karşılanıyor!)
Kitabın bütününü okumadan daha kesin konuşmak istemiyorum; ancak Halil Bey’inkinde daha kısa ömrümde bütün okuyup öğrendiklerim, yaşadıklarım beni şu yargıya getirdi: bütün erdemlerin özeti, TUTARLILIK’tır; tutarlı düşünüp davranamazsanız, arada bilip söyledikleriniz hiçbir işe yaramaz, dahası amaçladığınızın tam tersi sonuç verir.
Halil İnalcık, hepimiz gibi, edindiği bilimi de, bulunduğu onurlu yeri de o güzeller güzeli Mustafa Kemâl Atatürk’ borçlu; peki onun Batı sömürgeciliği, buyuruculuğu konusunda söylediklerine değiniyor mu, henüz bilmiyorum. Merakla okuyacağım kitabını.
Sevgili dostum Tūba İnal bu yıl da sergisini Kare’de açtı; İda Dağı’nın yamacında sabırla, inançla, inatla yonttuğu ak kara mermerlerle bezedi galeriyi; kadın bedenleri, onlar kadar yumuşak dalgalar, küçük kayıklar. Barbar Batı’nın kana gözyaşına boğduğu dünyamızda bir an evrensel dingin güzelliği anımsamak istiyorsanız koşacağınız küçücük bir vâha; umarım uğrama fırsatı bulmuşsunuzdur.
Bu kez Zeynep Uzunbay’dan, Papirüs Yayınları’nın bastığı “Kim’e” adlı kitabından bir şiir okuyalım.
Kahvegül

annesinden kırılmış
kahvegül koydum adını
bil bakalım ne var avucumda diyor
dün gitti Kahvegül yarın da gelmedi
şimdi desem sığmaz ki oraya

bilmez miyim öpücükleri var
öpen kendisi olduğu için gözyaşları bir de
Delos’tan gelecek gemileri bekleyen
kız çocuk sanıyor kendini
boynunda babasının aldığı kolye

artık tanrıyı çağırırsın diyor sabah kahvesine
çantandan çıkanlara o bakar
tüylü ölmekten korkan kadınlar gibisin
sol omzunu çökertmiş şu çağdaş heybeden
son şiir olmuş bir şiir ya çıkmazsa...
“- Yatak kadını, içki kadını, ev kadını...
- Sen ne olmak isterdin?
- Çalı kadını!”




Rh+, s.25, Ocak. 2006.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder